Salı, Ağustos 17, 2004

The Condition of Postmodernity


D
avid Harvey toplumsal kuram çevrelerinde Social Justice and the City (Sosyal Adalet ve Şehir, 1973), The Limits to Capital (Sermaye'ye Sınırlar, 1982), The Urbanization of Capital (Sermayenin Kentselleşmesi, 1985) ve Consciousness and The Urban Experience (Bilinç ve Kentsel Deneyim, 1985) gibi, her biri politik ekonomi ve kentsel coğrafya arasında keşfedilmemiş, yeni arabirimi irdeleyen, başyapıt denemesi niteliğindeki kitaplarıyla tanınıyor. Maalesef bunları birinci kaynaklardan okuyamadım, fakat Harvey'in tek okuduğum kitabı olan 1990 yılında yayınladığı The Condition of Postmodernity (Postmodernliğin Durumu - Kültürel Değişimin Kökenleri) postmodern kuramı geniş bir toplumsal bağlama yerleştiren, sıkça alıntı yapıldığına şahit olduğum önemli bir eser.

Harvey'in ana argümanı, 1972 yılından başlayarak, çok çeşitli alanlar ve disiplinlerde yeni bir postmodern duyarlılığın yüzeye çıkmasıyla birlikte politik, ekonomik ve kültürel uygulamalarda bir "deniz-değişimi" (sea-change) meydana geldiği. Harvey postmodern gelişmeleri, kapitalizmin örgütlenmesindeki kaymalar ve zaman-uzam boyutunda yeni deneyim biçimleri ile ilişkilendiriyor.

Marksist önermelerden hareket eden Harvey'nin argümanı, Frederic Jameson'un postmodernizm'in "geç-kapitalizmin kültürel mantığı" olduğu iddiası ile benzerlik gösteriyor; ancak aradaki fark Harvey'in görüşlerini önemli miktarda empirik veri ile desteklemesi. Diğer avantajı da, daha geç bir tarihte yazması nedeniyle oluşumları nispeten daha olgun halleriyle değerlendirebilmesi.

Postmodernizm ve postmodernite'yi anlamak için önce modernizm ve modernite'yi anlamak gerekiyor; Harvey de, kitabında modern fikirlerin kaynakları ve modernite'nin yapısal ana özellikleri ile ilgili tatmin edici bilgiler sunarak bu altyapıyı okuyucuya sağlıyor. Harvey'nin postmodernizm'e temel yaklaşımı tutarlı: postmodern gelişmeleri önemsiz ve gelip geçici olarak reddetmek yerine, Harvey bu gelişmelerin ciddi bir biçimde incelenmesi gereken yeni bir düşünce ve kültürel pratik paradigmasını temsil ettiğine inanıyor. Aynı zamanda, postmodern gelişmelerin orijinalliğini abartmaktan kaçınıyor ve hem modern uygulamalara uzanan sürekliliği hem de kesintileri birlikte görüyor.

Ancak, kitabın yayın tarihinden on beş yıl sonra, bugün öngürülmesi mümkün olup olmadığını metafizik tartışma konusu sayacağım bazı ayrık gelişmeler dahi, Harvey'in değişenler-değişmeyenler veya süreklilik-kesintiler eksenlerini kullanan yönteminin hala işe yaramasını engellemiyor. Bugün biraz erken olsa da bir beş ile on yıl sonra gelişmelere aynı araçlar kullanılarak bakılırsa arada anlamlı, yol gösterici farklar saptanabileceğini düşünüyorum.

Postmodernizm, modernizm'den ani ve kesin bir kopuşu değil; modernizm'de yer alan unsurların ek vurgu ve yoğunluk ile ortaya çıktığı yeni bir "kültürel başat"ı simgeliyor. Ona göre, Baudelaire gibi bir modernist, kalıcı ile gelip geçiciyi, sonsuz ile kısa ömürlüyü, bütün ile parçalanmışı modern estetikte bir araya getirmeye çalışırken postmodernizm değişmez zoraki örüntüleri ve totaliteleri simgeleme çabalarını akışkanlık, parçalılık, farklılık ve kaos içinde eğlenme uğruna reddediyor.

Harvey'in postmodernizm'e karşı tutumu ne açıkça eleştiriden yoksun ne de övgüden. Postmodernizm'i gereğinden fazla nihilist olduğu ve etik yerine estetiği kucakladığı için eleştiriyor. Postmodernizm'i politik ekonomi ve küresel kapitalizmin gerçek(lik)lerinden kaçınmak ve normatif ilkelerle bilgilenen olumlu siyaset olasılığının önünü kesmekle suçluyor. Ötesi, Harvey postmodernist'lerin modern kültürel ve kuramsal uygulamalara karikatür tadında yaklaştıklarını da ortaya koyuyor. Harvey geniş bir modern mimari formlar yelpazesinin (meşhur Pruitt-Igoe toplu konut projesi gibi) fiyaskoyla sonuçlanan toplu konut projelerine asimilasyonuna itiraz ediyor ve modernistler'in kapitalist gelişmenin tartışmalı, anarşik formlarını dizginlemenin yollarını bir şekilde bulduklarını iddia ediyor. Aynı zamanda, "postmodernistler'in lanetlediği meta-anlatıların (Marx, Freud ve hatta Althusser gibi daha geç dönemin isimleri) eleştirmenlerin kabul ettiğinden çok daha açık, nüanslı, ve sofistike" olduğuna inanıyor (s.115). Ancak, Harvey postmodernizm'e diğer Marksist okumalardan farklı yaklaşıyor; postmodernizm'in, çoğu modern uygulamalarda ihmal edilen karmaşıklık, farklılık, ötekilik, çoğulluk konularına ilgisi gibi olumlu yönlerini de görüyor.

Harvey'in eserinin en ilginç ve en önemli yönlerinden biri de postmodernizm'i gelişmiş kapitalizmin mantığı içine yerleştirme çabası. Baudrillard ve diğer radikal postmodernistler'den farklı olarak, Harvey postmodernizm'i yepyeni bir post endüstriyel veya hatta post kapitalist gelişme olarak görmüyor. Aksine, postmodernizm'i bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni örgütlenme ve teknoloji formlarının bir sonucu olarak değerlendiriyor. Esasen Harvey, postmodern gelişmeleri Fordizm'den "daha esnek bir sermaye birikimi modu"na kayma ile ilişkilendiriyor. Bu arada, post-Fordizm teriminden, kapitalist örgütlenmenin bu her iki modu arasında temelde süreklilikler olmadığı gerekçesiyle, özellikle kaçınıyor.

Fordizm, Henry Ford'un işçilere ürettikleri ürünleri tüketmek için yeterince gelir ve boş zaman sağlama çabaları sonucunda ortaya çıkıyor. "Fordizm", psikolojik pazarlama teknikleri kullanılarak işçi sınıfının kapitalizme daha net asimilasyonunun sağlanması amacıyla üretim ile tüketim arasında koordinasyon süreci anlamına da geliyor. Harvey'ye göre, Fordizm ve onunla kol kola giden Keynesçi ekonomik model-rejim, örgütlenme ve sermaye birikimi modları olarak çok katı bir yapı sergiliyorlar. Savaş sonrasının ekonomik patlama yıllarında geçerli olan bu yapı, 1973 durgunluğuyla birlikte çöküyor ve yerini yeniden şekillenen emek ve sermaye ilişkileri, ürünler ve tüketim alışkanlıkları gibi kavramları temel alan çok daha karmaşık ve esnek bir ekonomik yapıya terk ediyor.

Bu rejimin başta gelen özelliklerinden biri ticari, teknolojik ve örgütlenme ile ilgili yaratıcı yeniliklerin ortaya çıkış hızını önemli ölçüde artırması. Harvey'e göre, sermayenin geri dönüş hızıyla birlikte yaşamın kendisinin hızının, temposunun artmasının kültürel pratiklerin düzeyi üzerinde doğrudan etkisi bulunuyor. "Fordist modernizm'in nispeten istikrarlı estetiği, yerini farklılığı, yüzeyselliği, temaşayı, modayı ve kültürel biçimlerin metalaştırılmasını öven postmodern bir estetiğin tüm huzursuz, istikrarsız ve gelip geçici niteliklerine" bırakıyor. (s.156) Postmodern gelişmeler, bu yüzden doğrudan "Fordizm adı altında aşılanan daha katı değerlerden ziyade, modern yaşamdaki yeniyi, gelip geçiciyi, kısa ömürlüyü, kaçışkanı ve belirsizi vurgulayan "daha esnek bir sermaye hareketi" ile ilişkilendiriliyor. (s.171)

Harvey'in kitabında önemli bir bölüm zaman-uzay deneyiminin tarih içinde değişen formlarının çözümlemesine ayrılmış. Harvey'in bu konudaki görüşleri arasında, "ne zamana ne de uzaya özdeksel süreçlerinden bağımsız nesnel anlamlar yüklenemez" ve "zaman ve uzay kavramları zorunlu olarak toplumsal yaşamı yeniden üretmeye yarayan özdeksel uygulamalar yoluyla yaratılmışlardır" gibi temel önermeler de yer alıyor. (s.204) Bu görüşlerden ise, yakın zaman önce ortaya çıkan "daha esnek sermaye birikim modları"nın farklı bir zaman-uzay deneyim biçimi üreteceği sonucuna varıyor. Harvey bunu, seyahat ve iletişim için daha önce gereken uzun sürelerin neredeyse sıfıra indirgendiği ve gezegenimiz üzerindeki geniş ve birbirinden kopuk, alanların homojen, küresel bir köye soğurulduğu, giderek artan bir "zaman-uzam sıkışması" çerçevesinde tanımlıyor. Kapitalizm ile başlayan bu zaman-uzam sıkışmasının son yirmi yılda büyük ölçüde yoğunlaştığına inanan Harvey, postmodernizm'in de bu sıkışmanın zihinleri karıştırıcı ve bozucu etkisine karşı bir kültürel tepki olarak ortaya çıktığını söylüyor.

Harvey'in eserinde burada sunabileceğimden çok daha fazla ayrıntı ve nüans bulunuyor. Örneğin, kitabın uzay-zamanın toplumsal inşası ve kentsel postmodernizm üzerine bölümleri ilginç ve önemli kuramsal katkılar içeriyor. Aynı zamanda postmodern kentsel formlar ile ilgili açık ve ayrıntılı çözümlemeler sunan Harvey'e göre, "kentsel postmodernizm" rasyonel planlama, geniş ölçekli kent projeleri, toplumsal yarar ve formun saflığı gibi modernist vurguları, çeşitli estetik stilleri (çoğu zaman kasten birbirinden kopuk bir tarzda) birleştiren, yerel ölçekte konumlanmış, parçalı ve eklektik bir estetik uğruna reddediyor ve uzamı mutlak bir estetik kategori olarak görüyor.

Harvey'in geniş açılı, disiplinlerarası bakışı dikkati çekiyor. Postmodern gelişmeleri aydınlatmak için Harvey sanat, mimari, kent planlaması, felsefe, toplumsal kuram ve politik ekonomi gibi bir çok alana uzanmış. Genel olarak, sanat ve mimari alanlarında felsefe ve toplumsal kuramda olduğundan daha parlak olduğu söylenebilir. Örneğin, Foucault'yu çözümlerken hatalı düşünüyor ve geç dönem eserlerinde modern ve antik çağ düşüncesinin bir çok yönünü benimsemesine pek aldırmadan ve haddi olmadan Foucault'yu bir postmodernist olarak yaftalıyor. Eser, yeni başlayanlar için, postmodern kuramın ana sorunlarını tatmin edici düzeyde tartışıyor; postmodern fikirlere ve metinlere aşina olanlar ise eserin pek çok yerini orijinal sayılmayacak bir özetleme olarak görebilirler.

Harvey, kitabında nedense iki konuya hiç değinmiyor: ekoloji ve politika. Doğanın ve toplumsal alanın rasyonel kazanımı gibi modernist bir hedefin oldukça yararlı bir çözümlemesinin ardından Harvey'in modernizmin ve Aydınlanma'nın ekolojik etkilerini incelememiş olması talihsizlik. Postmodern kuramsal ve kültürel uygulamaların çevre ile ilişkisine de değinmiyor: bunlar baskıcı modernist varsayımları mı yansıtıyorlar, yoksa doğa ile sömürü dışında bir ilişkiyi mi özendiriyorlar? Harvey bu konuda sessiz kalmasına karşın, geçmişten seslenen totalci ve dualistik görüşleri bugünün perspektifinden yanıtlayan postmodern eleştirmenler, doğa ile yepyeni epistemolojik ve ontolojik bir ilişki geliştirme yolunda umut verici adımlar atmayı sürdürüyorlar.

Bu türden soruları yanıtsız bırakması, aslında Harvey'in sözde-postmodern durumumuz ile ilgili politik stratejilerin tartışmaması gibi daha genel düzeyde bir ihmaline işaret ediyor. Lefebvre, Situationist'ler ve Jameson'un aksine Harvey uzam ile ilgili çözümlemesini kentsel çevremizi yeniden kazanmamıza yardımcı olacak ve küresel sınıf sistemiyle bu sınıf içinde bizim yerimizin yeni koordinatlarını inşa edecek belirgin bir uzamsal siyasete kadar genişletmiyor. Esasen, Marksism ve Aydınlanma değerlerininin yeniden kurgulanmış bir versiyonunu öngörse dahi eserinin son bölümünde siyaset üzerine yüzeysel, parçalı ve retoriğe yaslanan görüşleriyle özünde postmodern bir yazar olduğunu ortaya koyuyor. İmgeler, modalar ve simülasyonlara dayalı postmodern kültürün "aynalarında çatlaklar" gözlemlemesine karşın bu aynaları ve onları yaratan kapitalist üretim tarzını nasıl kıracağı konusunda söz söylemiyor. Siyasi değişim ve fırsatlar konusunda belli belirsiz bir öngörü içeren Harvey'in "politika"sı şundan daha derine inemiyor: "anlatının imgeye, etiğin estetiğe, Olma'dan (Being) daha çok bir Oluşma (Becoming) projesine karşı ve farklılık içinde bir birlik aramak için bir karşı-saldırı başlatmak; ancak tüm bunlar imgenin ve estetiğin gücü, zaman-uzay sıkışmasının sorunları ve jeopolitik ve ötekiliğin önemi açıkça anlaşıldığı bir bağlamda olanaklı hale geliyor." (s.359)

Sonuç olarak, Harvey'in postmodernizm çözümlemesi indirgeyici bir nitelik taşıyor ve ekonomik ve kültürel alanlardaki düşüncelerinin de daha bütünsel bir kuramsal yapıya kavuşma ihtiyacımızı doyurmuyor. Kapitalizm ve postmodernizm arasındaki bağlantı, diğer bir değişle, fazla basit ve kaba kalıyor; postmodern söylemi etkileyen unsurları aydınlatmak için daha fazla sayıda bakış açısına ihtiyaç duyuluyor. Örneğin, Harvey 1960'lı yılların nihilist sonuçlar da doğuran politik başarısızlıklar gibi, postmodernizm'in üzerindeki başlıca politik etkileri göz önüne almıyor. Öte yandan, modernizm üzerinde de benzer etkilere sahip ve Nietsche ve pragmatizmin yanı sıra kuantum mekaniği gibi doğa bilimleri kuramlarında da çok önemli yeri olan bazı entelektüel etkileşimlerin (kesinti, karmaşıklık, kaos, perspektivizm, anti-gerçekçilik, vb. üzerindeki vurgular) postmodernizm üzerinde de belirleyici etkilerine değinmiyor. Esasen, bu türden postmodern vurguların 1972'deki "deniz-değişimi"nden çok önceleri beliren öncellerini ıska geçiyor.

Harvey'in bu türden etkileşimlerin varlığını kolaylıkla kabul edebileceği söylenebilir (en azından modernizm ve postmodernizm arasında az da olsa bazı süreklilikler görüyor) fakat, yenilerini olduğu kadar mevcut faktörlerin çeşitliliğinin postmodern duyarlılıkla nasıl bağdaşacağını açıklayan bir "kültürel başat" incelemesinin eksikliği hissediliyor. Bu arada, kapitalizm'in çağdaş değerler, pratikler ve deneyimlerin şekillenmesinde oynadığı rol inkar edilemese de postmodernizm üzerindeki entelektüel etkileşimler, Harvey'in izin verdiği ölçülerin ötesinde, kapitalizm'in uğradığı değişimlerden çok daha özerk.

Bugün, postmodernizm'in bağlamsallaştırılması yönünde daha ileri çabalar beklemeliyiz. Ancak, Jameson'un postmodernizm'i özünde geç-kapitalizmin kültürel mantığı olarak ele alan kısmi anlatısının ardından, Harvey'in felsefi iskelet halindeki bu iddiayı ampirik veri desteğiyle ete kemiğe büründürmesini, postmodernizm'in materyalist çözümlemesine iki önemli katkı olarak saymak gerek. Salt hızı nedeniyle algılamakta güçlük çektiğimiz bu gelişmeyi küllen anlamlandıracak bir babayiğit çıkmadı henüz. Belki bu hız geri çekilip bakılacak mesafeye izin vermiyor, belki de böyle bir çaba gerekli değil.
- N G